Home / Genel / İşçi örgütlenme deneyimleri ve yıl değerlendirmesi

İşçi örgütlenme deneyimleri ve yıl değerlendirmesi

Bir toplantı öncesiydi. Toplantıya katılacak panelist arkadaşıma, buluşacağım işçinin çok sağlam ve mücadeleci olduğunu, fabrika örgütlenmesinde aktif rol aldığını söylüyorum. Ama bu sağlam işçinin aynı zamanda çok “sağlam” bir ülkücü olduğunu da söyleyince biraz duraklıyor. İşçiyle de buluşuyoruz bu arada. Başlıyor hemen “Abi bizim oralarda var galiba bir şeyler sen neler saklıyorsun yine” diyor ve ardından her zamanki “Bu işçilerle yola gidilmez, bu işi sağcılar değil solcular yapar abi, bizim işçiler vur kafasına al ekmeğini tipindendirler” diyerek işçilere olan güvensizliğini anlatıyor sürekli.

Hikaye uzatılabilir. Konumuzun içeriği bakımından bu kısım yeterlidir diye düşünüyorum. Zira işçi hareketinin belli başlı yönlerini bu yaklaşım karakterize ediyor, en azından henüz harekete geçmemiş, geçme aşamasında olanlar açısından. Geçmiş yılları ortaya çıkan olaylar ve sonuçları üzerinden değerlendirebiliriz elbette, bu doğrudur da. Ama bu sonuçları ortaya çıkaran faktörleri biraz daha neşterlemek ve işçi hareketinin bir “otopsisini” yapmak gerekir.

Ülkemiz işçi mücadelesinde somut işyerlerindeki sorunlar ilk kalkış noktası oluyor. Çünkü henüz politik talepler üzerinden harekete geçebilecek bir birikim oluşmuş/oluşturulabilmiş değil.

İŞYERLERİ KAYNAYAN KAZAN

İşçi sınıfı hareketinin“otopsisi” için üretim sürecinin başlangıcı olan fabrikalardaki sorunlar yumağını görmek gerekir. Patronlar sermayenin doğası gereği sürekli sömürü oranını artırarak daha fazla kâr etmek ister. Bunu yapması için çalışma şartlarında işçi için kötü, patron için iyi olan önlemler alır. Daha çok üretimi sağlamak için çeşitli teknik, hükümetler eliyle de yasal düzenlemelerle adımlar atar. İşyerlerinde uygulanan kalite çemberleri, kayzen uygulamaları, esnek üretim biçimlerinden olan telafi çalışması, fazla mesai gibi uygulamalarla en az işçiyle en fazla üretim sağlar. Bunun patron açısından sonu yoktur ama işçi açısından kötü son her an beklenmelidir.

Örneğin Toyota, Hyundai işletmelerinde ani kalp durması ile ölen işçi sayısı giderek artıyor. Otomotiv ve diğer sektörlerde boyun, bel fıtığı gibi hastalıklar artık vaka-i adiyeden sayılıyor. Öyle olmuştur ki Renault’da 57 saniyede bir otomobili çıkarmak, Ford Otosan’da günde yaklaşık 1500 aracı üretmek işçilere bir yarışmada kazanılacak ödül gibi benimsetilmiş, işçi kendisine yabancı bir robot haline getirilmiş. Yaklaşık 3 bin 500 kişilik bir işletmede dinlediğimiz işçiler bunu öyle anlatıyor ki bir savaş alanındasınız ve karşılarında her gördüğü (yani diğer işçiler) düşmanı sanki. Gidip diğer işçilerin çekicini çalmak (diyelim sizinki kaybolmuşsa) normaldir, hatta öyle yapmazsa kendisinin işten kovulacağını ama böyle yaparsa diğer işçinin (düşmanın) sorun yaşamasının çok da önemli olmadığını anlatması; işçilerin ruh halinin hangi noktalarda olduğunu göstermesi açısından önemli.
Bu fabrika içi üretim anarşisine ek olarak patronun işini şansa bırakmak gibi bir derdi de yok. Ücretlerde Avrupa ortalamasının neredeyse yarısından az olan bir işçi kitlesi var ülkemizde. Bu Kürt illerinde daha da aşağılarda. İş kazaları bakımından birincilikleri, en iyi(!) haliyle ilk üçü kimseye kaptırmayan bir ülke olduğumuzu cümle alem biliyor.

Geçmiş deneylerinden ders çıkaran sermaye biraz önce bahsi geçen teknik uygulamaları ile işçiyi kendisine ve işçi arkadaşlarına yabancılaştırmayı az çok başarsa da ama dediğimiz gibi işi şansa bırakmaya niyetli değildir. Zira çalışma şartlarının düzeltilmesi, insanca yaşayacak bir ücret alınması talepleri bastırılmalıdır.

İŞYERLERİ SORUNLU DA İŞÇİ HİÇ Mİ AYAĞA KALKMAZ!

İşçilerin sorunlarından sürekli bahseden bir günlük işçi gazetesinde daha fazlasına girmeden işçilerin örgütlenme pratiklerine, özellikle geçtiğimiz 1-2 yıla bakmakta fayda var.

Son birkaç yıllık işçi hareketinin en önemli özelliklerinden biri işyerleri merkezli ve orada yaşadıkları sorunlara karşı tepkilerini açığa çıkarmasıdır. Esasen sermaye, patronlar açısından işçiyi işyerine “hapsetmek” iyidir. Ama iyi olmayan şudur patronlar açısından; işçiler üretim sürecindeki konumunu da en iyi işyerlerinde yaşanan sorunlara karşı verdiği mücadele içinde kavramaktadır ve “Çekici kaptığı gibi canavarın kalbine, sömürünün gerçekleştiği yere, fabrika çalışma düzenine” * karşı bir mücadelede sınıfsal konumunu kavramaktadır. Düşman olarak gördüğü işçi artık kardeşidir ve o olmadan fabrika düzenini ve patronları yenmesi mümkün değildir. Gerçek düşman kavranmaktadır. Yani işyeri temelli ve dar bir alanda gerçekleşmesi dezavantaj gibi gözükse de (Çeşitli dezavantajları vardır elbette ama tartışılan bu değildir) esasen bir üstünlüğe dönüşmektedir. Hele de patronların şansa bırakmaya niyetleri yoksa ve hem de orada bir sendika da varsa; o sendikanın uzlaşmacılığı, sosyal diyalogculuğu, patrona da kazandıralım ki biz de kazanımcılığı üzerinden işçi hareketine zincir vurulmaya çalışılırlar.

Evet, son birkaç yılın işyeri temelinde gerçekleşen işçi eylemlerinin bir diğer önemli (son yılların en önemlisi) yanı da işçilerin ayak bağı olan sendikal bürokrasinin de tasfiyesi mücadelesidir. İskenderun Demir Çelik grevinde işçiler Çelik-İş öncülüğünde günlerce greve çıkmışlardır. Ama yine bu sendika başta olmak üzere daha sonra da sendikal rekabette patronların ekmeğine yağ sürmede üstüne olmayan Türk Metal’in de katkısıyla onlarca yüzlerce işçi işinden olurken gıkları çıkmamıştır. İşçilerin sendikalara olan öfkesi buradan MMK Metalürji’de 1500 işçinin sendika değiştirme mücadelesi olarak sürmektedir.

Bosch işçilerinin işyerlerinde dayanılmaz hale gelen iş temposu ve iyi bir ücret mücadelesinde yanlarında göremedikleri Türk Metal sendikasına olan öfkelerini sendika değiştirmeye kadar götürmeleri geçtiğimiz yılların en önemli mücadelelerindendir hiç kuşkusuz. Yine Çaykur’da patronun bir dediğini iki etmeyen Tek Gıda-İş’in sendikal anlayışı ile hükümetin ön bahçesi olan Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş’in işçiyi satan bir sözleşmeye imza atması ve işçilerin artık yeter diyerek DİSK/Gıda-İş’e yönelmeleri, kara yollarında özellikle taşeron işçilerin kadrolu olma mücadelelerinde Yol-İş’in göstermelik eylemleri ve sonrasında ortaya çıkan iş birlikçi tutumları ve sendika kongreleri için taşeronların bir bölümünü üye yapmaları ve oluşan işçi tepkileri ile son olarak METAL DİRENİŞİ olarak ülkenin son 30 yılının en önemli işçi eylemleri ve sendikal bürokrasiyi süpürme harekatı…
Başta değindiğimiz gibi son yılları karakterize eden şey işyeri sorunlarına karşı gelişen işyeri eylem ve grevleridir. Ama diğer ve daha önemlisi de işçilerin iyiyi arama mücadelesinde sendikal bürokrasinin de en büyük ayak bağı olduğunu bilince çıkararak onu da temizleyerek kendi inisiyatifini yani işçi iradesini öne çıkarmasıdır.

İŞÇİ NASIL ÖRGÜTLENİYOR; SİHİRLİ BİR EL Mİ VAR?

Elbette hayır! İşçi kendi göbek bağını deneyimleri ışığında kesmesini öğreniyor. Sendikal bilinç bakımından uzun yıllardır edinmediği deneyimleri edinen başta metal olmak üzere tüm sektörlerden işçiler geleceğin işçiler lehine kurulması için emin adımlarla yürüyor. Bu birikimin genel bir eyleme, grev ve direnişlere gidecek biçimde sınıfsal bir süzgeç içinden akmaya başlaması elbette tarihin kaçınılmazlığı olarak yaşanacaktır. Hareket toplamda siyasal bir işçi hareketine dönüşme dinamiklerini de hızla biriktirmektedir.

İşçi hareketinin bunu koşullayacak bir birikimi işyerlerinde mücadelesiyle mayalandırdığını da söylemiştik. Özellikle METAL DİRENİŞİ sürecinde ortaya çıkan iç örgütlenme, işyeri işçi komitelerinin ortaya çıkarılması, hatta bazı bozuşturucu sınıfa yabancı dayatmalarında safradan atılması ciddi bir deneyimidir Bursa ve diğer illerdeki metal işçilerinin.

Bursa’da, “İşçiler işten atmalar yaşanınca bu kez ‘Bizim kalemiz fabrikalarımız’ diyerek içeriden fethe girişir. Ve fabrika işgali, fiili direnişi başlatır. İşçiler geri aldırılır. İşçi üretimdeki gücünü teorik olarak bilse de pratik olarak şalteri indirip yaşar. Yıllardır işçi inisiyatifinin gelişmesi ve tüm bölümlere kadar demokratik yollarla yayılmasını sağlamaya çalışan öncü işçiler, komiteler kurmaya çalışırlar. Maalesef gizlilik koşullarında. Bu tepkileri de örgütlemeye çalışan işçiler topluca Türk Metal’den istifalara başlarlar ve işçilerin atılmaması, Türk Metal’in değil belirlenen işçi temsilcilerinin kabul edilmesi ile ücretlere iyileştirme yapılması için direnişe geçerler.” **

Yine benzer biçimde İstanbul’da Nakış işçilerinin örgütlenmesi de insanlık dışı koşullara karşı bir mücadeledir. Küçük küçük işyerlerinden oluşsa da işçiler kendi içlerinden belirledikleri temsilcileri ile oluşturdukları komiteleri üzerinden patronların “dişini sökmüş” ve sigorta, daha iyi maaş haklarını almayı grev yaparak başarmışlardır. Sendika yoktur, ama kendi birliklerini fiili bir sendika gibi kullanmasını bilmişlerdir. Burada sınıf partisiyle kurdukları bağ ve buradan kazandıkları deneyimler ve yaptıkları toplantılar da nakış işçilerinin kazanımında çok önemli olmuştur.

DANONE GÜZEL YOĞURT!

danone

Son dönem yaşanan Ülker, Divan işçilerinin direnişi ve ardından gelen Danone işçilerinin fiili örgütlenmesi ile patronun sendika tanımaz tutumunu yıkarak sendikayı kabul ettirmeleri önemlidir. Geçtiğimiz yıl içinde yaşanmış ve kendisini sadece yasal mevzuatla sınırlayan Birleşik Metal-İş’in yasaklanan grevindeki tutumuna da bir ders niteliği taşımaktadır. Hem de DİSK/Gıda-İş’in henüz yasal olarak Türkiye sendikal barajını aşamamış bir sendika olarak işçilerin inisiyatifini açığa çıkararak bunu yapması çok önemliydi. Geleceğe ışık tutan fiili meşru mücadele hattı açısından Renault işçileri gibi örnek olarak incelenmelidir.

Evet, sihirli el geçtiğimiz yıllardan bize kalan bu deneyimlerdir. İşçinin iradesini öne çıkaran, fiili bir işyeri örgütlenmesi ve onun olabildiğince sınıfın iradi tarihsel süzgecinden geçirilmesine çalışılması.
Bunlar önemlidir. Çünkü içine girdiğimiz 2016 işçiler için daha zor bir yıl olmaya adaydır. İşçilerin müttefiki olan kamu emekçilerinin de kendisini bekleyen iş güvencesinin kaldırılması girişimlerine karşı, sorunlar yumağı içindeki diğer toplumsal kesimler; ama hepsinin birleşik bir mücadele için adım atarak işçi sınıfı ile birleşerek ilerlemesi zorunludur. Buna cüret edecek bir ayağa kalkış yaşanmalıdır 2016’da.

Taşeron uygulamasının yaygınlaştırılarak emekçilerin güvencesiz çalışma koşullarına mahkum edilme durumu, sendikasızlaştırma, esnek çalışmanın yasalaştırılması ve işçilerin kırmızıçizgisi kıdem tazminatının kaldırılması için Başbakan Yardımcısı Lütfi Elvan’ın ocak-şubat aylarında adım atılacağını söylemesi… İşçi ve emekçileri yukarıda söylenenler ışığında bir araya gelmeye mecbur bırakıyor!

Öyle ki; siyasal bakımdan bahsi geçen ve kendi arkadaşlarından umudu dönem dönem kesen milliyetçi işçinin ve sınıf kardeşliği temelinde ayrımlarını bir kenara bırakacak bütün işçilerin hareketi; son direnişlerden edindiği deneyimlerle atağa kalkmasını bilecektir.

İşçi sınıfı kendi göbek bağını kesmek için adımlarını işyerlerinde hızlandırmaya başlamıştır. Şimdi ise tüm emekçilerle emekleme ve sağlam adımlarla yürüme dönemidir.

Girişte bahsettiğimiz “ülkücü işçinin” her adımda eyleme girişmesi ama güvensizliğinin devam etmesi işçilerle ilgili bir sorun değildir elbette. Bu aşılabilir bir sorundur. Yeter ki işçi mücadelesinin tarihi tecrübesine sahip olanlar güven verecek bir yaklaşım içinde olsunlar. Güçlü bir aydınlatma seferberliği ile işçilerin birliğine hizmet etmeyi bilsinler! İşçide mücadele potansiyeli de yol bulma yeteneği de fazlasıyla mevcut.

Renault’da bundan başka ne gözüktü ki?

*Ümit Yılmaz’ın yazısı sy:27, evrensel 2015 almanak

**Yakup Aslandoğan, Evrensel Kültür dergisi temmuz 2015

Hakkında admin

Check Also

18 ARALIK DÜNYA GÖÇMENLER GÜNÜ: SAVAŞSIZ BİR DÜNYA, GÖÇMENLERE ACİL SOSYAL KORUMA!

Bugün 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü. Savaşların yarattığı kitlesel göçler sonucunda milyonlarca insan ülkelerinden göç …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir